31 Temmuz 2009 Cuma

günaydın Nadya...

sanırsam sen galip çıktın...
bir kenti demiştin günaha boyadıktan sonra kaçmak demiştin...

daha da siyah için hala bu kentteyim...
kaçmayacağım bu sefer...
her şeyiyle benim de aynı zamanda...

anılarıyla, seviçleriyle...
her bir şeyiyle...

şimdi rahatça uyu Nadya...
başın omuzlarımda...

iyi uykular...

29 Temmuz 2009 Çarşamba

_::...::_

şimdi susuşun en masum yerindeyiz Nadya.
sağımız, solumuz, önümüz ve arkamız boş.

bir çöl kadar ıssız ve yalnızız...

şimdi ver asıl bana elini Nadya...
kendi terimizde boğulalım...

25 Temmuz 2009 Cumartesi

yanıt bekleyen sorular...

ki kaldı işte burda... ama bilemediğim sevdiğin değil en yakınındakinin yanlışının tanımı nedir... dostluk nedir? ego nedir? elde edilemeyene duyulan öfke nedir? elde edilemeyenin kötülenmesidir kirletilmesidir yaşadığım... hem de en yakın dostundan... benim olmasa bile... yalanlarına ve kitaplarına tutunmuş bir sözdür içlerinde duran... dostuna ve ben ulaşılamayana duyulan öfke nedir... sorularım nettir... anlayana...

ne diyebilirim ki... hep sustum ve bildiğim halde durdum... boşver... bunlar dünü değiştirmeyebilir... sorun değil galiba artık bilinmesi gerekir...

BEN HEP SUSTUM... KONUŞMADIM... ZAMANI GELİNCE KUSTUM SADECE...

şimdi kusmadan demeye çalışıyorum... gene de anlatan
olamıyorum ve anlatamayacağım... ben o anlatılanlar kadar kötüysem... neyse... susarım...

değilsem yanıt beklerim sadece...

eğer önsöz geyiği gerçekse okunulmasını ve yanıt verilmesini beklemiyorum... neyse ya susuyorum... ben zaten kötüyüm... neyse... o kadar da değilim... hep dedikodu gibi olan mı acaba? adım hakkında yapılan yorumlar bana değil neyse... zekiyse kişi... anlayabilir mi ki? susutum... yanıt bekleyen varsa ben hep olduğum yerde burnum rakı şişesinde... bulunabilir bir yerdeyim... evim yok uzun zamandır... geçmişimde gibiyim... her gece başka bir güne nasıl uyanacağım muallak...

çok konuştum.... şimdi susuyorum....

24 Temmuz 2009 Cuma

pişmanmışız...
öyleymişiz...
gibiymişiz...

öyle olsun...
susulsun...
durulsun...

katli çoktan vacib olan bir sevdaysa bileklerdeki...
neyse...

saçmalama potansiyeline bandırılmış bir zihin...
özlemek büsbütün isyan olur ömrüm kolluk kuvvetlerine...

şiirler derdi...
sözün en doğru noktası...
nicesi yazıldı...
nicesine buladım kalemimi...

gerçek miydi?

hem de hepsi gerçekten de gerçek...

pişmanmışım...
öyleymişim...
gibiymişim...

olsun varsın...
gerçekle yalan arasındaki çizgiyi kanımla çizdiğim de gerçekti herhalde...

saygılarımla...
şiirlerimle
ve
şiirle...

unutulmayacak olanlara...

viva...
viva...
viva...

19 Temmuz 2009 Pazar

usulca kanatlanacak çiçekler...

kültablasını boşaltıyor hazin bir ses
sonra umutsuzca bana sarılıyorum
sarıldığım ağaç olağanca hızıyla çöküyor...

düşüyorum

düştüğüm yer
belirsiz
biçimsiz
gibi yüzüm...

sonra akşam geliyor aceleyin...
bir sen eksiksin bir de bir kadeh kırmızı şarap...

beraber atlaslardan beğendiğimiz yerler
bir bir düşüyor

düşman işgali
emir eri
üniforma
gibi yeşil yüzüm...

sınırlardaki kalın siyah çizgileri çekiyoruz aramıza
sonra sen susuş oluyorsun tüm akarsu ağızlarında
bense bir bandoda sadece su sesi...

şimdi atlaslardan aşırmalı sınırları
batmalı her yerimize o dikenli teller
terlemeliyiz belki de
soluk soluğa koşmalıyız
-çocukluğumuzdaki gibi belki de-
yorulmalıyız ansızın
ve düşmeliyiz atlaslardan bir yerlere...

gitmeyi düşlediğimiz ülkeyle aynı kareye düşmeyi isteyerek
ve
bilerek kanamalı bileklerimiz...


sonra ansızın sabah olur...
latin ezgileri dilimde
sesim yalnız
sesim cılız
ve sesim tek...

koca bir ağaca sığınmış ağlamaklıyım...

sarılıyorum ağaca...
ağaç olağanca hızıyla çökmekte...

sağımda eski bir kol...
yaralar içinde

solumda eski bir kol...
yaralar içimde

o gün bu gündür kanımla yıkanıyor yüzüm...
sesizm olmayack kadar pes ve bulanık...
çamur gibi
gibi yüzüm
gibi yaşamım
gibi bu hayat...

Hişşştt....

sessiz olmalı...

olsun varsın öfkelensiz bedenler...

küfretsinler hatta...
kendilerine acısınlar...

sana olur olmaz sezenişte bulunsunlar...

gülüyorum...
onca yıl yaşa, tüket, bir çok şey yap...

şimdi ise sadece acının tesellisini sana susan seslerden çıkar...

yazık!

ilk kez belki de bu kadar aleni yazıyorum...
kırılabilecek olabilirliliği yokmuş gibi...
her şeyi kendine yapılan birşey gibi adlandırmak...

ah tarih
ah yaşam...

neyse daha da büyütmeden söz kapayalım cümlenin ağzını....

yaşasın janselizm...
başka da diyecek bir şey yok...

umarım hayatta daha büyük farelerle uğraşırsınız...
ben hala fındık faresi kıvamındayım...

büyümenizi en az herkes kadar ben de istiyorum...

17 Temmuz 2009 Cuma

...BİLİRkişi raporu...

uzatmanın lafı
anlamsız...

yokum...
zaten yoktum da...

biraz uzağım sanki BU günlerde...
biraz yalnız ve sıkılgan.

kelimelerim ceplerimde bir yerdeydiler ama bulamıyorum onları...

BU dehliz çok karanlık...
önüm arkam sağım SOLum söbe ama ben ebe değilim ki...

kırıldıkça parçalanan ve ufalanan bir bedenim olmaya başladı. BU ne zaman başladı ben de bilemiyorum. yağmurdan önce mi yoksa ışığı yitirişimden sonra mı?
annemi belki de ilk kez dinlemeliydim. çıkmamalıydım dışarı. görmemeliydim.

BU dünyada bir yerlerde ufalanan kum tanesi olmak canımı sıkıyor. gittikçe küçülmek. zayıflamak.

galiba bir kütüphanede yaşlanan kitabım ŞİMDİ
ve içimde bir güve sürekli beni azaltmakta...

zayıflıyorum... kilomu kaybediyorum... küçülüyorum...
BİLİRkişi, durumun iyi olmadığını söylüyor...

ki geriye sadece son sözü yazmak kalıyor...

.........
kalın sağlıcakla...

...Işığın Işığımızdır...



...HOŞÇAKAL...

15 Temmuz 2009 Çarşamba

gidiş...

yazmayı durdurmalı...
yakılmayı da...

ansızın çekip gitme zamanı...
sessizlik büyütün avuçlarınızda ey kimsesizler...


(siteye internet bağlantısı bulundukça girilebilindiğinden arada sırada)

10 Temmuz 2009 Cuma

gidene son cümle tadında dua....

ağlamalı kadınlar...
çünkü...
makyajları anca akıyor....

6 Temmuz 2009 Pazartesi

gitmek... my marlon brando...

gitmek...

bavulun sıcak teni avuçlarımda...
şimdi bir otobüs bileti gibi özgür
bir kağıt kadar ince düşlerim...

gitmek...

bir ucurumun kıyısından aşağıya inen en kestirme yol...

5 Temmuz 2009 Pazar

susmaya zorlanan bir dilin kelebek telaşı

öfkelerinizin kılıfları ne de ışıklı...
gaza gelesi varmış beyinlerin...
ezilesi varmış kimliksizliğin...



kelimelerin tırnak içlerinde kan...
öfke
neden yaralandığını hissetmez insan...

sonra bir çocuk pişmanlığı ya da yakalanma sanrısı...

kendi kuyusu varken sorunu olmayanlar
başkalarının kuyusunun farkına varınca telaşlanıyor...

aniden kapanıyor teknolojik bir iletişimsiz aleti
hazımsızlık hat safhada...

nazikleşiyor sözlerim...

ey insanlar!
daha da kırılacak yer kalmadı bende
şimdi sıra duyularıma mı geldi
belden aşağıya çalışmak mı güçlü kılıyor sizleri...

şimdi gidin ve kendinize daha tatlı bir öfke bulun...
nedense daha da güçlendiriyor beni attığınız taşlar...

yaş ortalaması demeliyim ama neyse
susmalı... kırmaktan ziyade parçalayacak sözlerim...

teşhir evlerinizde ve kutsaliyet ormanlarınızda başarılar...
ben baltamı bıraktım
sadece kelebek arıyorum...

3 Temmuz 2009 Cuma

...aşk...

özne olamayacak kadar kısa bir hüzün...

telefon rehberinde kayıtlı bir isim yalnızca...
çekimlenemeyen bir fiilin burukluğu avuç içlerindeki...

bu galaksinin bir köşesinde
etnografya müzesinde belki...

belki...

sınır ötesi bir buluşmanın sancısı
Latin bir dildeki acılı ağıt olsa gerek sözlüklerdeki anlamı

şimdi Endülüs kadar esmer bir acı içimdeki

9/8lik bir cenaze merasimi
flütle çalınan bir tını sahipsiz savrulan[1]

kemanlar kısık olmalı
davullar daha da gürlemeli
gök üzerime yağmalı
toprak kokmalı seviştiğim ten...
dokunduğum el kanamalı
dilim yarım heceli sözcükleri özlemeli...

susmalı
ölesiye susmalı

sonra yeni yıkanmış çamaşırlarla asılmalı bir ipe
kader demeli sonra
gömmeli kendini alkolün soğutucu sularına

burnumu şaraba sokmuştum ve katiyen sarhoştum[2]

sonra şiirleri okumalı yeniden
içinden haykıra haykıra...

kaçma isteği raftan çıkarılmalı
tozu alınmalı

gençlik düşleri canlanmalı...
hayatın ipoteği kaldırılmalı
çalışmalı
daha da yorulmalı

soru sormayı bırakmalı....
detaylar silinmeli
kaba
çırılçıplak kalmalı yaşam...

neden ve niçinler silinmeli sözlüklerden
okumayı ve düşünmeyi bırakmalı...

aşk en ahmak olduğumuzun zeminin rengidir çünkü...

insanın en kutsal intihar seronomisidir aşk...

aşk mantık tutmaz bir uzamdır...

şimdi kendi kendini dölleyen bir yalnızlık var ellerimde...

Irmak akacak denizi bulacak
ve babalar babalıktan çekilmeyi öğrenecektir sayın abilerim[3]...

ben
çocuk olamayacak kadar büyük
baba olamayacak kadar küçüğüm...

ömrümün özrü olacaksın kızın...
ölü doğan bir güneş...
elimde kendim
ip cambazıydım düştüm
öldüm
şimdi sırtımda kendi cesedim[4]
içimde taşan bir ırmak
deniz yok...

aşk...
ah mine’l aşk[5]...

aşk...
sen ki bir cinayet aletisin...
üzerinde parmak izim ve kanım olan....







[1] Adagio in G minor by Albinoni
[2] Atilla İlhan’ın “Başka Yerde Olmak” adlı şiiri
[3] Ece Ayhan’ın “Mor Külhani” adlı şiiri ("aşk örgütlenmektir bir düşünün sayın abiler" )
[4] Nietzsche’nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt” adlı yapıtı
[5] ah mine'l-aşk ve hâlâtihî
ahraka kalbî bi harârâtihî
Şeyh Galib
(ah aşktan ve onun hallerinden
kalbimi sıcaklığıyla yaktı)
hiç bir şey aynı olmuyor... şarkılara tutunsak da anlamı değişmiyor hiçbir şeyin... önce nefret etmeye alıştırıyorsun kendini. kendinin dahi inanmadığı sözler söylüyorsun kendi kendine. rahatlatmak için kendini. sonra daha iyi hissetmek, güçsüzlüğünü örtmek istercesine mesaj kaygılı işler yapıyorsun. takip etmeden ama görüş mesafesinden de ayırmadan izliyorsun... sanki herşey eskisi gibiymiş gibi. alışkanlıkların suratına vuruyor teker teker... yollar karşına çıkıyor sonra, sonra deniz, otobüs, çay daha onlarcası... mekan, zaman her şey seni tek başına kabul etmiyor.

intikam gibi bir şey oluyor aslında. karşındakinin kanı ne kadar senden fazla akarsa o kadar güçlü hissediyorsun. öyle oluyor. sonra hiç unutamayacağını anladığın sıralarda içine tarifi imkansız bir acı yerleşiyor. kaçıp kurtulmak isteği her zamankinden fazla biniyor üzerine. sonra kendinden nefret etme süreci başlıyor. şarkılar akıyor peşi sıra. sözler, öfke tutulmalarının yaralı cümleleri...

herşeyin okunma potansiyeliyle paranoyakça bir durumda yaşıyorsun...

hala anlatma telaşında şu salak bedenim... hala anlamlanma isteğinde... şimdi kaçma telaşı... kaçıyorum. nadya ben bir süreliğine gidiyorum... buralarda olmayacağım. pastoral bir iklime önce sonra da sınır ötesine gideceğim. seni yalnız koymak zor bir şey ama maalesef... gitmezsem kafayı yiyeceğim... gideceğim yerde iletişim namına bir şey yok... kendine dikkat et nadya. gelene kadar da ölme sakın, yitirme kendini. fırsat buldukça yazcağım sana merak etme minik dostum...

alıntılarla yaşamamaya alıştıktan sonra burada daha da güçlenmiş olacağız kuşkun olmasın nadya... şimdilik hoş kal...

ağustos 15 e kadar yokum... hadi bana eyvallah... sonrası için daha net olan bir şey yok... kal sağlıcakla...

2 Temmuz 2009 Perşembe


lizbon...viyana...frankfurt...

az miktarda türk lirası...
köşede mahsun şimdi
boynu bükük...

kim bilebilirdi ki böye öksüz kalacak krizin eşiğinde bir grup para...

oysaki sıralama tam bu şekildeydi...
ilkten sona doğru...

tercihleri bile yapılmıştı...

birikecek ve zamanı geldiğinde çıkacaklardı gün ışığına
iki kağıt karşılığı
yer çekimine inat...

şimdi rakıya yatırmalı kimsesizleri...

lizbon'da ölmek zamanı şimdi...
eş zamanlı ölüm...
izmir'de de aynı güneş batıp aynı beden ölüyor gün be gün...

1 Temmuz 2009 Çarşamba

sancı

sabaha karşı altıda tuttu sancı... sağ yanımdan başlayarak önce kasıklarıma sonra da sağ bacağımı kapladı. tırmaklarımı duvarlara geçirdim. tırmak içlerimde beyaz kireçler.

apar topar ve hız kesmeden taksiyle yetiştirilen bir hastaydım şimdi. beyaz içlerindekiler baktılar yüzüme. yüzüm buruşuk, yüzüm acı... kolumda bir delik delikte bir hortum hortumun ucunda bir serum... kalçamda tarifi imkansız bir yanma. sonra yarım saat uyku...

sonra gene aynı, gene aynı... şimdi ise 2 saat arayla 2şer tane aldığım ilaçlarla ayaktayım... böbreğimde bir harfiyat deposu varmış. taş düşürüyormuşum...

lan tanrı... taş etseydin bari... ne diye taş koyuyorsun sidiğime... gene de buna da inat yoksun... kabulş etmiyorum kristal şatonu...

neyse bu ağrı tam da denk geldi içimdeki acıya... tüm dışkılamam bozuldu. kelimelerim de sidiğim gibi çıkarken yakıyor... iyileşmeyi beklemiyorum... dünya daha da çekilmez olsun ve ölüme bir bahane bulunsun....