30 Haziran 2009 Salı

bilet

bugünü de yarına devrettik sonunda NADYA...

öfkenin tutulmaları arasından geçtik mi biz? nerdeyiz şimdi? hangi gök bu üzerimizi boyayan? saçma aslında uyumsuz olandır bilirsin nadya.

yangın çıkmışsa nadya, tek alevin yükselmediği yer pencerenin önüyse ve sen dokuzuncu kattaysan... atlar mıydın sahiden de sen nadya? sen ki yangınlarda, çamurlarda ve kan deryalarından geldn nadya. atlar mıydın nadya?

bir umut nadya. yaşamak için tek umut... ölümün ve kavganın olmadığı bir dünya hayat etmek bu kadar mı zor? sevmek bu kadar mı imkansız?

sen ki yıkıntılaın çocuğusun nadya. bir sigara pakaetine sığınmıştın bir vakit hiç unutmam sadece bir yüreğe en yakın olma hissiyle. sonra kıç cebinden çıkan bir paketten düşmüştün. ben gülmüştüm sen ağlıyordun. sonra usulca küfrettin. kapattın kendini konuşmaz oldun kimseyle. benimle bile. benimle bile. sonra bir vakit uyurken içime yerleştin. sabah odana geldiğimde yoktun. içimde olduğunu bile aylar sonra anladım. dayanamadın benim real saçmalıklarıma. içimde en acıyan yerime tekme vurmuştun hatırlıyor musun? gene konuşmadın benimle.

şimdi seni çok iyi anlıyorum nadya. neden konuşmadığını, neden sustuğunu, nasıl da kaçıp kurtulduğunu...

bencil olduğunu söylemeliyim nadya. şimdi içimdesin. ben nereye saklanmalıyım peki... nerlere kaçmalıyım. yoktun nadya. yapayalnız bırakıp gitmiştin beni. çok güçlüydüm ya ben. durabilirdim ayaklarımın üzerinde. yalancı demeliydin bana. demedin nadya. kendi bedenimden düştüm. açıyor her yerim. beynim ufalanıyor. kendimi bilmiyorum. beni ben yapan neyim varsa yok artık... geleceğin yalanı boğuyor bu günümü...

ne demeli nadya... nasıl yapmalı...

pişman olmalı belki hayatta değil mi... ben de pişman olabilme potansiyeline sahibim değil mi... ben de affedilmeyi bekleyebilirim değil mi... neden kendimi kandırmaktan vazgeçmiyorum.... vazgeçmeliyim... kendimi kandırmaktan... neden biizi saran onca çaputtan kurtulup sadece kendimiz olarak gelemiyoruz... konuşamıyoruz bile... hangisi biziz... hangisi gerçek... gerçek olan sadece aşk nadya... neden aşka biat etmiyoruz... neden o dilde değilde kendi bildiğimiz dilde konuşuyoruz... egolarımız neden bunca savaşıyor... neden kendimizden de vaz geçemiyoruz.... bu kadar mı kutsalız... ben bu kadar mı kutsalım... neden hala kendimi kutsuyorum... kutsal olan korunurdu değil mi nadya... neden ve kimden, niçin koruyorum...

bilmiyorum nadya... hiç bir şey bilmiyorum... bilmiyorum... koyup bedenimi bir sandala güneşe gitmek istiyorum... hayat bana göre değilmiş diye düşünüyorum. saçma sapan intihar imgelemleri canlanıyor beynimde. bu kadar zayıf, bu kadar savunmasız mıyım? olamalı mıyım? bilmiyorum... anlamlarımı yitirmekten ziyade buluyorum. burada bir terslik var nadya... bekliyorum gene... müdahil olmalıyım hayata. küfretmeliyim çekinmeden.. ama neye ve niçin? hhiçlik mi dersin? yokluk mu? yalnızlık mı?

saçmalama çabasında tüm estetik algım... yıkmak ve yapmamak... siktirip gitmek... ölü bir dölün ağırlığı şimdi parmağımda...

ölmekten başka çare yoksa en güzeli bizim olmalıdır diyen yazarı hatırladın mı, hani kendini torbayla boğanı... boyalı kuşun yazarı... ya da iskender i hatırla nadya... de gülüm diyeni...

herkes ölecek nadya... geriye ne kalacak... koca bir hiç... neden koca bir hiç için bunca acı, eziyet, üzüntü...

nadya geriye ilerliyorum... başladığım yerden de gerideyim... ne eskisi kadar cesaretim var ne de gücüm... bilmiyorum nadya... tasarlamıyorum. sadece içim acıyor. şurada senin dokunduğun yerde... neden bahneler üretemiyorum artık... neden kendimi kandıramıyorum... her şey o kadar net ki...

gurur... kibir... kendini beğenmişlik... kural dayatmacaları... sınırlara boğulmuşluk... kalıplı yaşamlar... kuralı oyunlar gibi hayat... çizgili... ne yapılacağı ve ne olacağı belli... neden kendimiz olamıyoruz hiç... neden hep böyle olmalılar var hayatımızda... neden hep ayıplar, günahlar sarmış cevremizi... neden hala kutsallıktan kurtaramamışız bedenlerimizi, ruhlarımızı?

mayakovski gibi... "ben senin köpeğinim" demek ne de ayıp değil mi... sevgiyi söylemek de o kadar ayıp mı?
bilmiyorum nadya... gücümü olsa çıkıp söyleyecek o kadar çok şey var ki... yorgunum... konuşamayacak, açıklayamayacak kadar...

kendimden geçtim yalanına bile kendim inanmıyorum... ben ne yapıyorum... kendim neresindeyim bu işin... bilemiyorum... artık hiç birşeyim kalmadı... bu kentin de bir anlamı yok... o körfezin her noktası ipotekli...

neyse nadya hayatın şimdiki tek özeti: "peki"

peki nadya bence de peki... bataklıkta çırpınmak daha hızlı çekiyor beni kendine... çırpınmamalıyım...

bırakmalı mıyım sence kendimi akışına nehrin... yalanların koynunda mı uyumalıyım artık?

bilmiyorum... yarında kendini ertesi güne bırakacak... güneş bir doğup bir batacak... ben olmuşum olmamışım ne farkedecek ki dünyada... güneş aynen dönmeye devam edecek... kimse bile farketmeyecek...

keşke diyorum nadya en azından bedenim kadar yer kaplayabilseydim şu dünyada... neyse nadya peki... peki... peki...

yarınıda ertesi güne devredeceğiz sonunda NADYA... biz olur muyuz o evrende bunu şimdiden söylemek olmaz... herşey zamanla nadya... bakarsın yarım saate yan yana oluruz ha, ne dersin...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder